Bursa Büyükşehir Belediyemizin ev sahipliğinde düzenlenen ‘2050 Vizyonlu Bursa Çevre Düzeni Planı (ÇDP) Planlama Süreci Paydaş Çalıştayı’na katılım sağladık. Kadim kentimiz Bursa’nın yakın gelecekteki çevresel planlama süreçlerine dair kıymetli bilgi paylaşımları ve istişarelerin gerçekleştiği bu anlamlı çalıştayın, şehrimiz adına hayırlara vesile olmasını temenni ediyorum.
Bursa’nın “Kent Anayasası” niteliğini taşıyacak, nüfus yapısından göç olgusuna, doğal eşiklerden ekonomik dinamiklere, ulaşım sistemlerinden kültürel mirasa kadar 17 farklı tematik başlıkta masa toplantılarının yapıldığı bu önemli çalıştayda, şehrimizin geleceği adına çok değerli görüşler paylaşıldı. Bu tür planlamaların, katılımcı ve bütüncül bir yaklaşımla yürütülmesi oldukça kıymetli.
Uzun vadeli çevresel planlama süreçleri, yalnızca arazi kullanımını şekillendirmekle kalmaz; aynı zamanda bir kentin sosyal, ekonomik ve kültürel dinamiklerini de yeniden tanımlar. Modern şehircilik anlayışı; mekânsal planlamayı, sürdürülebilirlik ilkeleriyle harmanlayarak, doğa ile uyumlu bir yaşam alanı inşa etme vizyonunu önceliklendirmektedir. Bu vizyonun en somut karşılıklarından biri olan çevre düzeni planları, kentlerin geleceğini belirleyen temel belgelerden biridir.
Bugün üzerinde çalışılan çevre düzeni planlarının, klasik imar yaklaşımının çok ötesine geçtiğini görüyoruz. Artık yalnızca yolları, konut alanlarını ya da sanayi bölgelerini tanımlayan bir sistemden değil; nüfus ve demografi verilerini esas alan, göç hareketlerini analiz eden, doğal eşikleri koruma altına alan, ekonomik yapıyı göz önünde bulunduran, ulaşım sistemlerini yeniden kurgulayan ve kültürel mirası geleceğe taşıyan çok katmanlı bir planlama sürecinden söz ediyoruz.
Bu süreçte; iklim krizi, kaynak yönetimi ve ekosistem hizmetleri gibi kavramlar da artık planlamanın merkezinde yer almak zorundadır. Zira bugün alınacak kararlar, sadece bugünü değil; 2050 ve sonrasını da doğrudan etkileyecektir. Dolayısıyla stratejik çevre düzeni planları; doğal afetlere karşı dirençli, iklim dostu, sosyal adaleti gözeten ve ekonomik olarak sürdürülebilir kent modellerinin önünü açmalıdır.
Planlamanın başarısı ise, yalnızca teknik doğrulara değil; katılımcı süreçlere, disiplinler arası etkileşime ve ortak aklın etkinliğine bağlıdır. Bu bağlamda akademisyenlerden özel sektör temsilcilerine, meslek odalarından sivil toplum kuruluşlarına kadar farklı bileşenlerin katkısıyla şekillenen planlama süreçleri; daha kapsayıcı, daha gerçekçi ve uygulanabilir sonuçlar doğurmaktadır.
Özellikle kültürel miras ve sosyal doku başlıkları, çoğu zaman göz ardı edilen ancak bir şehrin ruhunu oluşturan temel taşlardır. Ulaşım sistemlerinin bu dokuyu destekleyecek biçimde yeniden ele alınması; hem kentsel konforu hem de ekonomik verimliliği artıracaktır. Aynı şekilde, doğal eşiklerin korunması ve biyolojik çeşitliliğin sürdürülebilirliği; tüm gelişimin sınırlarını belirleyen hayati unsurlar olarak planların merkezine alınmalıdır.
Geleceğin kentleri; güçlü bir veri altyapısına, entegre sistemler arası koordinasyona ve toplumsal mutabakata dayanan planlarla inşa edilebilir. Bugün atılan her adım, yarının yaşanabilirliğine katkıdır. Bu nedenle çevre düzeni planlarını, yalnızca teknik belgeler değil; kuşaklar arası adaletin ve çevresel vicdanın somut karşılığı olarak değerlendirmeliyiz.



