Burkasan

Pack EXPO 2025’ten İlk Gözlemler: Amerika’nın Sürdürülebilirlik Paradoksu

“Ambalajın geleceği sadece teknolojiyle değil, bakış açısıyla şekillenir.”

Geçtiğimiz hafta Burkasan ekibi olarak ziyaret ettiğimiz Las Vegas’taki PACK EXPO 2025 fuarı, ambalaj sektörünün bugün tam anlamıyla bir yol ayrımında olduğunu bize yerinde gösterdi. Salonlara adım attığımız anda karşımıza çıkan tablo oldukça netti: Makinelerin hızı, otomasyon çözümleri ve esneklik odaklı sistemler neredeyse her standın vitrini halindeydi. İş gücü sıkıntısı ve maliyet baskıları, üreticilerin halen operasyonel verimliliği birinci öncelik olarak gördüğünü teyit ediyordu. Hızla devreye alınabilen ve kolayca yeniden yapılandırılabilen çözümlere olan talep son derece yüksekti.

Ancak aynı fuar, ambalaj sektörünün sadece verimlilik odaklı bir yarış içinde olmadığını da ortaya koydu. Sürdürülebilirlik gündemi, özellikle farklı coğrafyalarda nasıl ele alındığı konusunda keskin bir ayrışmaya sahne oluyordu. “Hız mı, çevre mi?” sorusu sadece teorik bir tartışma değildi; fuarın her köşesinde somut örnekleriyle karşımıza çıkıyordu. Katılımcılarla yaptığımız sohbetlerde net bir tablo ortaya çıktı: Müşteriler hâlâ hız ve maliyet avantajı talep ediyor, ancak aynı zamanda sürdürülebilirlik beklentisi de artıyor. Bu iki talep arasında sıkışmış olan Amerika pazarı, adeta iki farklı oyun kuralının aynı sahada oynandığı bir yapı sunuyordu.

Amerika’nın yaklaşımı temkinli ve parçalı. Özellikle federal düzeyde sürdürülebilirlik politikalarının geri çekilmesi, ulusal ölçekte uzun vadeli bir vizyon eksikliğini ortaya koyuyor. Buna karşın fuar programında dikkat çeken “Mevzuat Burada — Ambalajınız Hazır mı?” gibi oturum başlıkları, yasal uyumluluğun artık bir hedef değil, bir başlangıç noktası haline geldiğini güçlü bir şekilde vurguluyordu. Amerika’da sürdürülebilirlik henüz merkezi bir politika olarak benimsenmese de sektör temsilcileri bunun kaçınılmaz olduğunu biliyor ve sahada buna yönelik hazırlık yapmaya çalışıyor.

Fuarda dikkat çeken bir diğer önemli husus ise inovasyonun bu tartışmanın çok ötesine geçmiş olmasıydı. Sektör, sadece mevzuata uyum sağlamak için değil, gerçekten değer yaratan çözümler üretmek için hareket ediyor. Örneğin, Sürdürülebilirlik kategorisinde ödül kazanan Comprex North America’nın Floco Process teknolojisi, darbeli hava sistemiyle temizlik süreçlerinde su kullanımını yüzde 90’a kadar azaltabiliyor. Bu, yalnızca çevresel fayda değil, aynı zamanda operasyonel maliyet avantajı da sağlıyor. Gıda ve İçecek kategorisinde ödüllendirilen Senzani U-Seal ise ısı kullanmadan tamamen geri dönüştürülebilir karton paket üretimi yaparak emisyonları azaltıyor ve mekanik süreçleri sadeleştiriyor. Bu tür örnekler, “sürdürülebilirlik mi, verimlilik mi?” ikilemini aşarak her ikisini bir araya getiren çözümler üretmenin mümkün olduğunu gösteriyor. Gerçek inovasyon, regülasyon gelmeden önce harekete geçebilmektir.

Yine de Amerika Birleşik Devletleri’nde asıl stratejik zorluk başka bir yerde duruyor: Yerel pazar dinamikleriyle küresel sürdürülebilirlik beklentileri arasındaki boşluk. Federal düzeyde geri çekilme yaşanırken, eyalet düzeyinde tam tersi bir hareketlilik var. Bu da ülkeyi tek bir sürdürülebilirlik yaklaşımından ziyade, farklı hızlarda ilerleyen iki ayrı sistem haline getiriyor.

Başkan Donald Trump’ın 2025’te göreve gelmesiyle birlikte sürdürülebilirlik ve iklim gündemi federal ölçekte ciddi şekilde geriledi. 14208 Sayılı Başkanlık Kararnamesi ile tek kullanımlık plastikleri azaltmaya yönelik politikalar geri çekildi, federal kurumların kağıtpipet alımı durduruldu. Trump’ın iklim krizini “şimdiye kadar dünyaya yapılan en büyük dolandırıcılık” olarak nitelendirmesi ve ABD’nin Paris İklim Anlaşması’ndan çekileceğini açıklaması, ambalaj sektörünü dolaylı olarak etkileyen daha geniş bir deregülasyon dalgası yarattı. Temmuz 2025’te yürürlüğe giren “One Big Beautiful Bill Act” ile federal CAFE standartlarına uyulmamasına yönelik cezalar sıfırlandı. Güneş enerjisi projelerine ayrılan milyarlarca dolar ya iptal edildi ya da geri çekilmeye çalışıldı. Bu tablo, ulusal düzeyde sürdürülebilirlik yatırımları için oldukça belirsiz, hatta düşmanca bir ortam oluşturdu.

Tam da bu nedenle sahnenin diğer tarafı daha da dikkat çekici hale geliyor: Eyaletler. Federal yapının geriye çekildiği bir noktada New York, Washington gibi öncü eyaletler sürdürülebilirlik konusunda agresif adımlar atarak fiili bir ulusal standart yaratıyor. New York Eyaleti’nin Ambalaj Azaltma ve Geri Dönüşüm Altyapısı Yasası (S1464) ile EPR’yi zorunlu hale getirmesi ve plastik ambalaj atığını 12 yıl içinde yüzde 30 azaltma hedefi koyması, bunun en çarpıcı örneklerinden biri. Washington Eyaleti de benzer şekilde üreticilerin geri dönüşüm sistemlerini finanse etmesini ve yönetmesini zorunlu kılan bir çerçeve oluşturdu. Bu durum, ulusal bir yasa olmasa bile en katı kuralın fiilen tüm pazarı yönettiği anlamına geliyor. Ancak 2025’te Arizona, Florida ve Texas gibi eyaletlerde 30’dan fazla ambalajla ilgili yasa tasarısının meclislerden geçememesi, bu parçalı yapının tutarsızlığını da gözler önüne seriyor.

Amerika’nın sürdürülebilirlikte geri kalmasının tek nedeni politika değil; ekonomik gerçekler de belirleyici. Plastik ambalaj geri dönüşüm oranı 2018’de yüzde 8,7 iken bugün yüzde 5’e kadar düşmüş durumda. Bu oran, ABD’yi gelişmiş ülkeler arasında en düşük performansa sahip ülke haline getiriyor. Bunun temel sebebi, Kuzey Amerika’da çöp depolama ve yakma maliyetlerinin Avrupa’ya kıyasla çok daha düşük olması. Yani atığı bertaraf etmek çoğu durumda geri dönüştürmekten daha ucuz. Bu durum, geri dönüştürülmüş hammaddelerin (PCR) virgin malzeme ile fiyat rekabetine girmesini zorlaştırıyor. PCR kullanımı maliyet baskısı ve kalite tutarsızlıkları nedeniyle yavaş ilerliyor; birçok şirket verdiği taahhütleri 5 yıl ertelemek zorunda kalmış durumda. Kâğıt/karton gibi bazı kategorilerde yüksek performans elde edilirken (yüzde 44,4), plastik özelinde sektör hala sürdürülebilir bir model kurmakta zorlanıyor.

Tüm bu tablo, Amerika’nın sürdürülebilirlik yolculuğunun lineer değil, çok katmanlı olduğunu gösteriyor. Federal düzeyde geri çekilme, eyalet düzeyinde ilerleme; ekonomik engeller, teknolojik fırsatlar; verimlilik baskısı, çevresel sorumluluk… Hepsi aynı anda sahnede. PACK EXPO bize bu karmaşık resmi tüm gerçekliğiyle gösterdi: Amerika sürdürülebilirlik konusunda yavaş ilerliyor olabilir, ancak bu durgunluğun altında ciddi bir dönüşüm potansiyeli yatıyor. Özellikle inovasyon, mevzuattan bağımsız olarak sahada kendine yol açıyor. Sürdürülebilirliği beklemek değil, tasarlamak kazandıracak.

Sonuç olarak, ABD pazarı yalnızca federal politikalarla şekillenmiyor; eyalet yönetimleri, ekonomik dinamikler ve endüstriyel inovasyon birlikte yeni bir denge kuruyor. Bu dengenin nereye evrileceği ise büyük ölçüde küresel gelişmelerle bağlantılı. Çünkü dünyanın diğer ucunda, Avrupa Birliği çok daha farklı bir stratejiyle oyunun kurallarını yeniden yazmaya başladı.

Peki, Avrupa bu zorluğa nasıl cevap veriyor? PPWR ile başlayan döngüsel ekonomi devrimi neleri değiştirecek? Zorunlu geri dönüştürülmüş içerik hedefleri ve yeniden kullanım sistemleri sektörü nasıl dönüştürecek? Asya pazarları özellikle dijital izlenebilirlik ile bu dönüşüme nasıl katılıyor?

Bir sonraki yazımda, küresel resmin ikinci yarısını ele alarak bu sorulara yanıt arayacağız. Çünkü sürdürülebilirlik artık sadece yerel bir gündem değil, iş modellerimizi yeniden şekillendiren küresel bir rekabet standardı.

Paylaş :